Ozan Efe Baş’ın ilk kitabı Yaşamadan Ölmek, dışarıdan değil, içeriden bir çığlık. Ölümden çok yaşamamışlığa, yalnızlıktan çok duyulmayan iç sese yazılmış şiirler var satır aralarında. Bu söyleşide, bir şairin kelimelerle kendine ve başkalarına açtığı yolları konuştuk.
“Yaşamadan Ölmek” ismi oldukça çarpıcı. Bu başlığı seçmenizdeki temel sebep neydi? Ne anlatıyor bu isim?
Bu ismi koymam bir karar değil, bir fark edişti aslında. Yazarken anladım ki; bu kitabı ben yalnızca kendim için değil, hiç yaşamadan ölenler için yazmışım. Nefes almış ama hiç yaşamamış, içimizde sessizce yok olmuş insanlar için…
Hepimiz, bir şekilde yaşlandık belki ama gerçek anlamda yaşadık mı? Sanmıyorum. Durmadan koştuk, hiç dinlenmedik ya da yapacak fırsatımız olmadı. Belki de fark etmeden, ‘Yaşamak’ fırsatlarını hiç kullanamadık, hiç yaşamamak üzere öldük.
Bu kitap, mezar taşlarına değil ama onların gölgesinde unutulmuş duygulara yazıldı. İlk eserimi, yaşamayı beceremeden giden herkese armağan ediyorum. Giden derken yalnızca ölenleri kastetmiyorum; yaşamadan öldüğünü fark edenler için.

Kitabında yoğun bir şekilde ölüm, yalnızlık, özlem ve kayıplar işleniyor. Bu şiirlerin çıkış noktası neydi? Seni bu duygulara iten şey neydi?
Hayatta mutluluk nedir, kim mutludur, kime mutlu denir… Bu soruların cevabını çoğumuz veremeyiz belki. Ama ölüm hissiyatını hemen hepimiz içimizde taşırız. Yalnızlıksa her gece yastığımızın altına sakladığımız, bazen sessizce kucakladığımız bir dost gibidir. Özlem ise öyle güçlü ve çeşitlidir ki, bazen bir insanı, bazen uzak bir zamanı, bazen de yalnızca bir nesneyi derinden hissederiz. Kayıplar ise en derin izleri bırakan, zihnimizde ve kalbimizde saklı duran sessiz fırtınalardır. Mutluluğun ne olduğunu anlamakta zorlanırız; çünkü herkesin mutluluğu farklıdır, hatta kimi zaman yoktur bile. Ama bu diğer duygular için geçerli değildir. Ben, herkesin iç dünyasında var olan ve paylaştığı bu duyguları kelimelerle kaleme aldım. Ve o duygular, mürekkebimle buluşup kağıdı ıslattı.
Kitaptaki “Bel-ki”, “Kahve İçmemek”, “81. Yaş” gibi şiirler okuru doğrudan kalbine çekiyor. Bu kadar kişisel şiirleri paylaşmak zor olmadı mı?
Çok zor oldu, hatta… İlkokulda ilk yazı yazmayı öğrendiğimde başlamıştım şiirler yazmaya. Canımdan çok koruduğum, her zaman yanımda taşıdığım bir defterim vardı; kimseye okutmazdım, paylaşmaktan çekinirdim. Zamanla anladım ki, hayat sandığımız kadar büyük ve önemli değilmiş; asıl zor olan yaşamak, ölmek değil. İşte bu zorluklarla nefes alan, yaşamadan ölenlerle dertleşmek ve paylaşmak istedim. Bu yüzden şiirlerimi kitabımda buluşturdum.
Şiirlerinde sadece bireysel acılardan değil, toplumsal bir yorgunluktan da söz ediyorsun. Bu şiirlerin hedefinde kimler var? Kime konuşuyorsun?
Şiirlerimde yalnızca bireysel acılarımı değil, aynı zamanda toplumun ortak yorgunluğunu da dile getiriyorum. Bu yorgunluk, bazen içinde yaşadığım toplumun ağır yükleriyle, uyum sağlamaya çalıştığım ama bir türlü tam kavuşamadığım dünyayla ilgili. Kimi zaman ise, en çok alıştığım, basit ve sıradan hayatımın içinde sürüklendiğim, kendi elimde olmayan sebeplerin dayattığı zorunlu sonuçlarla yüzleşiyorum. Konuştuğum, sesimi duyurmak istediğim muhataplarım bu yüzden çok çeşitli. Bazen kendi içimdeki çatışmalara, bazen çevremdeki insanlara, bazen de bu karmaşanın içinde sıkışmış tüm ruhlara sesleniyorum. Ve bazen, en büyük sorumlu olarak gördüğüm Tanrı’yla, kaderle, yaşamın anlamını sorgulayan o sessiz diyalogları kuruyorum. Şiirlerim bir yandan kişisel bir hesaplaşma; diğer yandan ise, bu karmaşık dünyada hepimizin taşıdığı ortak acının, umutsuzluğun ve bazen de direnmenin ifadesi yani.
Yazmaya ne zaman başladın? Seni yazmaya iten ilk duygu neydi?
Yazmaya, okumayı ve yazmayı öğrendiğim ilk yıllarda başladım; yani ilkokulda. Kaç yaşındaydım tam hatırlamıyorum ama hafızama kazınmış bir an var: Bir gün büyükbabamın evinde, eski eşyaların arasında gezinirken bir asker resmi bulmuştum. Resmin arkasında sevgiliye yazılmış kısa bir şiir vardı. O an ne yazıldığını tam anlayamasam da, dizelere sinmiş duyguyu hissetmiştim. İşte o his, içimde bir şeyleri kıpırdattı. Sonra o şiiri ezberledim. Hatta hafızamda kaldığı kadarıyla kendi kelimelerimle yeniden yazmaya çalıştım. Belki de ilk defa bir şey “kendimce” üretmenin heyecanını yaşadım. Öğretmenime “Bakın, ben yazdım” demek gibi masum bir hevesim vardı. Ama sonra… O yazdıklarımı kimseye gösteremedim. Hatta yazdığım her şiiri önce ezberleyip, sonra kimse görmesin diye yırtıp attım. O döneme ait sadece birkaç mısra kaldı aklımda. Keşke o zamanlar bu kadar utangaç, bu kadar çekingen olmasaydım da, o ilk şiirlerimi saklayabilseydim. Belki şimdi, bu satırları okuyan herkesle paylaşabilirdim onları.
Yazmak senin için bir ifade biçimi mi, yoksa bir terapi mi?
Bu sorunun cevabını bilmiyorum. Çünkü kendimi bildim bileli yazıyorum, yazmamanın nasıl bir duygu olduğunu bilmiyorum. Hayat tarzı diyebilirim.
Yayımlandıktan sonra aldığın okuyucu yorumları seni nasıl etkiledi? Seni en çok etkileyen bir geri dönüş oldu mu?
Çok fazla geri dönüş aldım ve çoğu beni hem duygusal olarak etkiledi hem de şaşırttı. İnsanların beni günlük hayatta daha mesafeli, sert, net çizgileri olan, iş odaklı biri olarak tanıdığını fark ettim. Oysa iç dünyamda yıllardır biriken duygular, kayıplar ve sessizce yazdığım dizelerle yaşıyordum. Birçok kişi, bu şiirlerdeki kırılganlığı ve ölümle kurduğum bağı görünce şaşkınlık yaşadı. “Senin böyle bir yönün olduğunu hiç fark etmemiştim” diyen çok oldu. En çok etkileyen geri dönüşlerden biri ise, hiç tanımadığım bir okurun “Kendi içimde yıllardır tarifleyemediğim boşluğu senin dizelerinde buldum” demesiydi. O cümleyle birlikte, yazmanın sadece kendimi iyileştirmekle kalmadığını, başkalarının da acılarına bir ses olabildiğini gördüm. Bu, kelimelerle kurduğum bağın ne kadar güçlü olabileceğini bana yeniden hatırlattı.
“Yaşamadan Ölmek” bir ilk adım. Bundan sonrası için kafanda nasıl bir yazarlık yolu var?
Aslında kafamda tek bir yol değil, pek çok farklı yön var. Yazarlık serüvenim henüz başlangıç aşamasında olsa da içimde taşıdığım hikâyeler yıllardır birikiyor. Elbette bu yolda ilerlemek için daha çok üretmem gerektiğinin farkındayım ama yazarlığımın yanında sürdürdüğüm iki mesleğim —öğretmenlik ve mimarlık— zamanımı fazlasıyla bölüyor. Yine de bu mesleklerin her biri bana ilham veriyor; insanlarla iç içe olmak, farklı hayatlara dokunmak, gözlem gücümü artırıyor.
Şimdilik çok fazla ipucu vermek istemem ama yeni bir şiir kitabı yolda. Ardından, zamanı geldiğinde, içimde biriken duygularla örülmüş bir roman da yayımlamayı planlıyorum. Yazarlık yolculuğumu tek bir türle sınırlamadan, içimden gelenin peşinden giderek şekillendirmek istiyorum. Sonuçta her şey bir süreç olsa da şairlik ruh işidir, ruhun bedenden ne zaman çıkacağı da bilinmez.
Ozan Efe Baş kimdir?
2003 yılında doğdu. Mimarlık ve öğretmenlik alanlarında çalışan Baş, yazıya ve şiire olan ilgisini çocukluk yıllarında keşfetti. İlk şiir kitabı Yaşamadan Ölmek 2023 yılında yayımlandı. Şiirlerinde bireysel duyguların yanı sıra toplumsal yorgunluklara ve insanın içsel hesaplaşmalarına yer verir.