Korku Filmi Sevmek: Beynimizdeki Heyecan Verici Sır ve Kişilik Özellikleri
Dünya genelinde milyonlarca insan, perdede vahşet, lanetlenmiş evler ve şeytani varlıklar izlemekten büyük keyif alıyor. Peki, kağıt üzerinde stres ve korku kaynağı olması gereken bu deneyim, neden bu kadar popüler? Psikologlar, bu durumun sadece bir zevk meselesi değil, aynı zamanda beynimizin ve kişiliğimizin derinliklerine işlemiş bir sır olduğunu ortaya koyuyor. Kontrollü korkunun büyüsü, bazı insanlar için bağımlılık yapıcı bir heyecana dönüşüyor.
Kontrollü Korkunun Büyüsü: Beynimizdeki Adrenalin Oyunu
Korku filmi tutkunlarının bu deneyimi sevmesinin ardındaki en büyük neden, biyolojik ve psikolojik bir dürtüye dayanıyor: Adrenalin bağımlılığı. Derby Üniversitesi’nden psikoloji öğretim görevlisi Dr. Malcolm Schofield’a göre, bir korku filmi izlemek ile hız trenine binmek veya gökyüzünden paraşütle atlamak arasında temel bir fark yok. Her ikisi de vücudun “savaş ya da kaç” tepkisini tetikleyerek heyecan ve coşku hissi yaratıyor.
Psikologlar Dannielle Haig ve Coltan Scrivner, bu deneyimin anahtarının ise “kontrol” duygusu olduğunda hemfikir. Dr. Haig, durumu şöyle açıklıyor: “Beyin, tehdidin gerçek olmadığını biliyor. Böylece deneyim, travmatik olmaktan çıkıp heyecan verici bir şeye dönüşüyor. Bu bir nevi ‘güvenlik ağı olan korku’.”
Vücut, tehlike altındaymış gibi tepki veriyor (kalp çarpıntısı, hızlanan nefes), ancak zihin güvende olduğunu biliyor. Algı ve gerçeklik arasındaki bu boşluk, güçlü bir heyecan, rahatlama ve tehlike geçtiğinde alınan bir ödül kokteyli yaratıyor. Turku Üniversitesi’nden Lauri Nummenmaa da bu görüşü destekliyor ve korku filmlerinden alınan keyfin bir kısmının gerilimin ardından gelen büyük rahatlama anından kaynaklandığını belirtiyor.

Korkuyu Kucaklayanlar: Perdeye Koşanların Ortak Özellikleri
Peki, kimler bu kontrollü korku oyununa daha düşkün? Cureus dergisinde yayımlanan bir araştırma, korku filmi hayranlarının belirli kişilik özelliklerine sahip olduğunu gösteriyor:
- Dışa Dönük (Ekstrovert) Olma: Sosyal ve enerjik bireyler, korku filmlerinin yarattığı yoğun uyarılma düzeyinden daha çok keyif alıyor.
- Sorumluluk Bilinci Yüksek Olma: Bu bireylerin de gerilim karşısında daha kontrollü kaldığı ve deneyimi daha olumlu karşıladığı görülüyor.
- Düşük Nevrotizm: Anksiyete (kaygı) ve hüzün yaşama eğilimi düşük olan kişiler, ekran başındaki korku karşısında daha az stresli hissediyor.
Özetle, korku filmlerini sevenler, deneyimi bir tehdit olarak değil, keyifli bir uyarılma kaynağı olarak algılamaya daha yatkın bir sinir sistemine sahip olabiliyor.

Neden Bazıları İçin Korku Filmi Dayanılmaz Bir Eziyet?
Öte yandan, birçok kişi için bu deneyim eğlenceden çok bir kabusa dönüşüyor. Bunun nedeni de tıpkı sevenler gibi, yine kişilikte ve beyin yapısında gizli.
Korku filmlerinden kaçınan bireyler genellikle şu özelliklere sahip:
- Yüksek Empati ve Duyarlılık: Araştırmalar, yüksek hassasiyete sahip kişilerin daha aktif ayna nöronlarına sahip olduğunu gösteriyor. Bu durum, ekranda kanlı veya travmatik bir sahne izlediklerinde, o eylemin sanki kendilerine yapılıyormuş gibi hissetmelerine neden oluyor.
- Daha Reaktif Amigdala: Beynin korku merkezi olan amigdala daha reaktif olan kişiler, fizyolojik tepkileri (hızlanan kalp atışı) heyecan verici bir uyarılma yerine, gerçek bir tehdit olarak yorumluyor. Bu da deneyimin keyif yerine bunaltıcı olmasına yol açıyor.
- Belirsizliğe Tahammülsüzlük: Morbidly Curious: A Scientist Explains Why We Can’t Look Away kitabının yazarı Coltan Scrivner, yüksek duygusal empati, belirsizliğe tahammülsüzlük, yüksek tiksinti hassasiyeti ve düşük morbid merak gibi özelliklerin kombinasyonunun, bireyleri korku filmlerine karşı daha hassas ve rahatsız hissetmeye ittiğini belirtiyor.
Sonuç olarak, bir dahaki sefere bir arkadaşınız “bebek” gibi davrandığınızı söyleyerek korku filmi izlemeyi reddettiğiniz için size takılırsa, bunun nedeninin basitçe beyninizin farklı şekilde çalışıyor olması olduğunu söyleyebilirsiniz. Korku filmi tercihi, sadece kişisel bir zevk değil, sinir sisteminizin heyecanı nasıl yorumladığıyla doğrudan alakalı bilimsel bir olgudur.